27 Aralık 2012 Perşembe

Arzumla Beslenen Bir Ruh: Kölem


Kölem zaman zaman hem özlem gidermek, hem hizmet etmek, hem de birlikte paylaştığımız özel anların sayısını çoğaltmak adına bana gelir. Evi uzak olduğu için çoğu kez bende kalmadan 3-5 saat benimle zaman gecirir ve evine döner.


Köle Efendi ilişkisi hakkındaki yazdıklarımı daha önceden okumuş olanlar pek fazla seksten sözetmediğimi bilirler . Çünkü ilişki cinsel  bir teslimiyeti de barındırsa özünde cinsel temeller üzerine kurulmamıştır.  Bir güç transferi ve kabul ediş ilişkisidir.  Kölem bana geldiği zamanlar bazen yemek yiyerek film izler, bazen bedensel eğitim seansları yapar, bazen sohbet ederiz. Elbette çoğu kez de onun çok sevdiğim tadına bakmayı  ihmal etmem. Bu  tadına bakma ya da kullanma diyebileceğimiz temas, öyle sıradan romantik sevgili sevişmelerine pek benzemez.


Emirlerime itaat etmesi şeklinde yürür çoğu kez!
-Kalk! 
-Çoraplarını cıkart...Peki Efendim....

-Şimdi de eteğini! Çıkartıyorum Efendim!

-Kalcanı bana dön!(O ayaktayken, oturduğum yerde bacaklarını ve kalcalarını oksarım, canım isterse kalcasına birkaç şaplak)

-Ellerini ensende tut! Dimdik dur! (Emredersiniz efendim)

Efendim Zeynep'i De Böyle Becerseniz Keşke!

Önümde kalcasını kaldırmış becerilip inlerken başını geriye doğru çevirmeye çalışarak ,  kücük bir kız gibi sessizce mırıldanıyordu :
"Efendim!!!"
"Ne var?"
"Efendim şu kursta tanıştığım Zeynep var ya?"
"Hmmm şu tatlı kız. Hani şu hoşlandığın"
"Ah..Efendim şimdi o burada olsa ve siz onu şu an beni becerdiğiniz gibi beceriyor olsaydınız , değil mi Efendim?"
"Mmmm"
"Altınızda inlerdi Efendim. Bembeyaz bir teni var. "

18 Aralık 2012 Salı

Efendi ve Köle Arasındaki Güç İlişkisinin Sihiri

Birşeyler eksik . Bunu biliyorum. Fakat yaş ilerleyince eksiklere değil çoğaltacak şeylere odaklanıyor insan ister istemez...

Ve gelecekte çoğaltabileceklerimi ve de olabilecekleri düşünürken yine geçmişe dönüp, geçmişteki yaşantıları da geleceğe malzeme yani bilgi olarak yeniden değerlendirme yoluna gidiyorum zaman zaman.

Laf karmaşasımım özü şu: Ataol Behramoğlunun meşhur kitch dizesi gibi "yaşadıklarımdan öğrendiğim birşey var" demeye çalışıyorum. Bu yazıda da geçmişime bakarak güç ilişksini analiz ettim. Ve Nietzche Bey'e de göndermeler yaparak benzeşim kurdum.
.....

29 Ekim 2012 Pazartesi

Marquis De Sade ve Duygularımızın Orkestrasyonu

Marki ve Köklerimiz

Nedense hep köklere dönerek düşünen bir beynim var.  Köle Efendi ilişkisinin  ya da tensel hazlarım üzerine düşünürsem  aklım ister istemez Marquis De Sade'a götürüyor beni.


Marki kimdi?  Donatien Alphonse François le Marquis de Sade diye bildiğimiz  ve çoğu kimsenin sapık bir yazar olarak bildiği kişi...Kimdi?

Burjuva asilzadesi, keyif düşkünü, karşısındakine acıma ve şefkatten daha büyük bir hediye sunan, para harcamayı seven , yarını düşünmeyen, kadınlarını ve hizmetkarlarını kendine  derinden bağlayan, asi, tutarsız, diyaloglara ve dil'e önem veren, edepsizliğinden utanmayan, tutkularına ihanet etmeyen bir fransız....

Marki'nin derinliksiz romanları ve yazıları onu ne iyi bir edebiyatçı yapar ne de  üstün entelektüel mecralara okuru sürükleyen aziz bir felsefeci yapmaya yeter.

İnsan boyutundan koparılmış tensel  roman karakterleri ve tanrıya isyan niteliğindeki bir takım felsefi yazıları var elimizde bugün.

20 Ekim 2012 Cumartesi

BABASININ KÜCÜK KIZI


Köle , Efendisinin malı, kölesi, hizmetçisi fakat aynı zamanda da  onun KÜÇÜK KIZI'dır.

Şimdi bunu ensest iğrenc fantaziler olarak goren insanları anlıyorum. Sonucta arka planda ilişkinin böyle masumane ve güzel bir denge kurmak üzere baba kız benzetmesine varıldıgını bilmeyebilir insanlar. Bu nedenle bu kısa yazıyı yazma gereği duydum.
 


 Köle ile Efendi arasındaki ilişki elbette bir seks partnerliği ya da sevgililik ilişkisi değil.  


16 Ekim 2012 Salı

Reddominum ve Sosyal F-tish Sitesi ile Röportaj



Birkaç ay önce sosyal f-tis sitesinin yöneticisi Neft nickli değerli arkadaşın benimle yaptığı uzun bir röportaj vardı. Onu burada da yayınlamak istedim. Umarım beğenirsiniz.






10 Ekim 2012 Çarşamba

RedDominum- Dişiköle Taklitçisi Zavallı Blog: Şiddetli İlişkiler

Gülsem mi acısam mı bu zavallıya bilemedim. Dişiköle ve benim blogumdan sözcükleri alıp, sözde efendi köle ilişkisi yaşıyormuşçasına bir blog açmış zavallı ezik kişilik. İsmi "Şiddetli İlişkiler".

Blogdaki her cümlede disiköle ve reddominum bloglarından bir alıntı bir çalıntı görebilirsiniz. Ben hemencik ekranda ilk gözüme çarpanları buraya eklemek istedim. Bu zavallı ezik, ve başkasının bloglarından birebir çalmak yerine kendi iç dünyasından birseyler uydurmayı bile beceremeyecek seviyesizlikteki kişiyi  görüp biraz eğlenin istedim:))))


Blog'umun ana teması olan bilincin karanlık koridorları lafını bile çalmış. 


Bitti mi? Devamı da var. Tıklayın görün.

4 Ekim 2012 Perşembe

Bir okur mektubuna yanıtım

Geçen gün bir okurum bana mail ile bir takım sorular sormuş. Yanıtlarımı onun iznini alarak burada yayınlamak istedim. (Red dominum)
"Merhabaa,

Dün blogunuzu keşfetmiş ve oldukça etkilenmiş bir xxxxx  öğrencisi olarak, birkaç şeyi merak ediyorum. Özel olup olmadığını ve yanıtlayıp yanıtlamayacağınızı tabii bilemem bu soruları; ancak, sizi temin ederim ki merakımda samimiyim. Terimlerin sizin kullandığınız şekillerine pek aşina değilim; o yüzden "dom" diye kısalttığımda yüzünüz buruşuyorsa özür diliyorum.

27 Eylül 2012 Perşembe

Efendi Kimdir ve bu öykünün arkasındaki sırlar. Hazır mısın?

Gerçek bir Efendi'nin bildiği şudur ki, karşısındaki kişinin o Efendi'nin arzularılarına  hazır olup olmadığı tek önemli şeydir. Yoksa isteyip istemediği değil. Efendi bilir ki her insanın içinde, o Efendinin içinde duyduğu herşey vardır. Yani şehvet, edepsizlik, aykırı ve sıradışı yanlarımız.

Tanrı (eğer varsa) insanoğlunu  nur içinden yaratmadı.  Kilisede camide  tanrıya yakaran kulun o an yüzündeki masumiyet yalan değil. Fakat  aynı kul'un en edepsiz duyguları da içinde taşıdığı bir gerçek.  Din efsanelerinde Şeytana yapılan haksızlık bu işte! Tanrının yarattığı günahsız ama aklı çeldirilmeye yatkın , insan adı verilen, bu canlının içindeki tüm edepsizlik, aykırılık, isyankarlık iblis'in bir oyunu olarak resmediliyor. Böylece tanrının kusurunu örten bir figür olarak çıkıyor iblis karşımıza.  Tanrı (eğer varsa), teorik olarak  kusursuzu yaratma yetisine sahipken, kendi  kitaplarını bestseller yapmak için  ahlak dolu kural dolu bir toplum ve cennet ve bu cennete hazırlanmakla yükümlü kullar resmetmiş. Ama kitapta yazan ile soluk alan kullar arasındaki farkı örtbas etmeye gücü yetmemiş. Bu nedenle de kitaba bir de iblis efsanesi eklenmiş. Neyse, bu da Reddominum'un ayrı bir yazı konusu olarak kenarda kalsın....Gelelim asıl konuya....

26 Ağustos 2012 Pazar

Kont ve Marie


(Küçük bir BDSM öyküsü yazmak istedim ama uzayacaga benziyor. Zevkle okursunuz umarım)

Kont paris'in yoksul sokaklarına dogru sürmesini söyledi arabacısına. Kapalı bir kış günü loş ve ıslak sokaklardan hızla geçen at arabasın birden kalabalık ve pislikten kokan bir pazaryerinde durdu. Zengin efendilerin  nadiren görüldüğü bir sokaktı burası. Kont  şapkasını alıp hızla arabadan indi, arabacıya orada beklemesini söyledi.

Kalabalığı yararak pazarın kıyısındaki evlerin arasında bulunan , ancak bir adamın geçebilecegi dar bir merdivenli sokaktan yukarı çıkmaya başladı görünmemeye çalışarak. Dar  sokaktaki merdivenlerin bittiği yerde paslanmış bir demir kapıya  ulaştı. Kapıyı daha önceden anlaştıkları üzere iki defa aralıklı üç defa da seri bir şekilde vurdu. Demir kapının  gözetleme penceresi açıldı, içeriden bir çift yaşlı göz Kont'a baktı, ardından da kapıyı açtı. Buyrun Kont hazretleri diye içeri davet etti yaşlı adam Kont'u. kapıyı tekrar kapatırken de etraftan gören oldu mu diye kontrol etti.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Yürümeyen ilişkilerde kendinize sormanız gereken bir soru var

Bugün size, ilişkilerin muhteşem bir şekilde sürebilmesi için gereken altın anahtarı vermeye karar verdim. Elbette dalga geçiyorum...Fakat işin gerçeklikle ilgili kısmı şu ki, ortalıkta  bir sürü kadın şu cümleleri kuruyor ve kader kurbanı gibi mutsuz, gelecekten ve ilişkilerden umutsuz vaziyette geziyorlar.

"Ona herşeyimi verdim ama o beni yine de terketti"
"Benim beceremedigim birşey var nedir bilmiyorum. İlişkilerimde hep kaybeden taraf oluyorum"
"Onu hiç mutlu edemiyorum, benden çabuk sıkılıyor"
"Benimle bir arada olmaktansa gidip playstation oynuyor"
"Gece dışarı çıktığı arkadaşlarıyla çok eğleniyor, benim yanımda domuz gibi bir suratla dolanıyor"
"Bana 1 aydır elini bile sürmüyor, cok mu cirkinim?"
 "Benimle eskisi kadar ilgilenmiyor artık"
"Ortada hiçbir sebep yokken beni bıraktı"

19 Ağustos 2012 Pazar

RED DOMINUM'UN YAZILMAMIS KİTAPLARI

Yazmayı planladığım bazı kitaplar var. Eh az buz değil  blogda 80 takipçim var, ve en azından 80 tane satabilirim her bir kitaptan.  Tabi konunun özüne baktığımızda, oturup bu kitapları yazmaya değer mi değmez mi düşünmek lazım. Nasılsa  BDSM'i "Köle değil mi? Yesin dayağını otursun oturduğu yerde" şeklinde gören  yurdumun güzide efendi bozuntuları , kadınların agzına bu şekilde sıctıkları için, benim yazacağım yazılara ihtiyaç duymayacaklardır.

Ama  belki de asla yazmak için zamanımı ayırmayacağım bu kitapların başlıklarını sıralayarak bir blog yazısı yazabilecegimi düşündüm ve karşınızdayım. Buyrunuz, bir  kitaplık rafı doldurabilecek sayıda ama henüz yazılmamış ve muhtemelen de yazılmayacak olan kitaplarım şunlar. Belki talep gören olursa yazarım:).Buyrun kitaplarımla tanıştırayım sizi...

  • İpi Gevşemiş Köleleri Ne Yapmalı: Efendiler için  felsefi tartışma!  (İpi gevşemiş köleyi bırakmayın, gidip bir kamyon altına kalır. Yazıktır. Tekrar sıkmayın o ipi bu kez ciddiye alındığını sanır. Peki ne yapmalı? yanıtı bu kitapta! 2 cilt, birinci hamur kağıt ofset baskı, renkli anlatımlı) 

14 Ağustos 2012 Salı

Bir gazete haberi

sapıklık ile sapkınlık arasındaki farka çok iyi bir örnek habere rastladım. Astsubay bir adam karısı ve kızlarına efendilik taslamaya kalkmış. Sonuç iğrenç bir şiddet ve aile içi zorla seks. Efendi olan adamın kolesi gidip babam bana bunu yapiyor diye aglayarak sikayet etmez. Kaldı ki ensest kısmına bile gelmiyorum.

BDSM oyuncakla ve ailendeki insanlara zorbalık yapmakla aynı şey degil, fakat bu tür iğrenç haberler BDSM'in felsefesini ve özünü karalıyor.

Gazete haberi için tıklayınız!!!


11 Ağustos 2012 Cumartesi

İçimizdeki Karanlığı Kimse Anlatamıyor!

Tüm şairler, yazarlar, tiyatrocular, resssamlar insanın her halini anlattılar. Anlatıyorlar. Öyle bir halini keşfettim ki insan olmanın, ondan da felsefeciler ve belki bazen psikologlar sozediyor. Oysa insanın karanlık hallerini ancak ve ancak sanat anlatır.

Mozart'ın Requem'ini , Munch'un cıglık tablosunu sevmemin nedeni bu belki. O karanlık dünyaya en yakını bunlar.  Marquis de Sade bu dedigim seyi anlatan kişi değil. Sade'in derdi insanıniçiyle değil, burjuva toplumun ikiyüzlülüğüne  erdem cephesinden bir tokat atmakla ilgili..

9 Ağustos 2012 Perşembe

Sıradışılığın Hüznü Ve Gücü

1. Dişiköle ile bir akşam yemeği ve güçlülük...

Geçen akşamlardan birinde disikoleyle yemege cıktık.

 Yemesine içmesine dikkat etmeyen bir yanı var ve bu benim canımı cok sıkıyor. Bunu biliyor ama yine de az yiyen biri. Hatta iştahlı bir şekilde yemek yedigini, cerez cikolata vs. yedigini gormedim diyebilirim. Yemek yemeyi  açgözlülükle ozdeslestirmis beyninde. Bu da onu gucsuz kılıyor.   Neyse benim  zorumla mecburen karşımda tabakların başında durunca yemek zorunda kaldı sonunda. Devamını okumak için tıklayın...






31 Temmuz 2012 Salı

Dişiköle takipçisi kadınlar!



 Sevgili kölem Dişiköle 'nin yazdıkları elbette ki benim yazdıklarımdan daha çok ilgi çekiyor. Onun okurlarını daha çok kadınlar oluşturuyor.

Bu kadınlar zaman zaman Dişiköle'ye ya da bana yazıyorlar. Hepsiyle konuşma şansımız oluyor. Öncelikle ilgiyle blog yazılarımızı okudukları için, ilgilenip nezaketle bizlere yazı yazdıkları için buradan teşekkür ediyorum.

Bugünkü yazım onlar ve dişiköle hakkında...









12 Temmuz 2012 Perşembe

Kadınları Niçin Dövmeli?

Aslında sorunun yanıtı "Erkekleri niçin dövmeli?" sorusunun yanıtıyla benzer nitelikler taşımakla birlikte , bir erkeği ancak başka bir erkek dövebileceği için, konu doğrudan kadınları niçin dövmeli halini alıyor doğal olarak.

Şimdi burada feminist  bakış açısıyla cinsiyetçilikle suçlamaya kalkan avukat arkadaşlarımızın öncelikle bunu suçlama heveslerini yazının sonuna saklamaları şiddetle tavsiye olunur.

Ayrıca  "Zavallı erkeklerin kadına güç kullanarak onları adam etme çabaları gerçekten aciz bir durumdur" tadında yorumlar yapacaklara da, kimsenin zor kullanılarak düsünce ve tutumlarının değiştirilemeyeceğini bilecek kadar aklı başında biri olduğumu belirtmek isterim.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

BDSM ve sıradışı seks'in ortak yanı: Başkalarının hissettiklerine tanıklık!

BDSM ve sıradışı cinsellik arasındaki derin benzerlik şudur: "Her ikisinde de cinsel haz, bir başkasının aldığı sıradışı hazza tanık olmaktan gelir".  Önermem bu ve büyük oranda doğrudur.

Dünyanın en güzel kadınlarından biriyle seks partner olan bir erkek tanıdım. Fakat o kızla sürekli yatmaktansa  başka başka kadınlarla grup seks yapmayı tercih ediyordu. Niye diye sormadım ona. Çünkü yanıtı biliyordum. Belirli bir cinsel doygunluğa gelmiş olan erkek ya da kadınlar,  artık başkalarının hazzına tanık olduğunda  cinsel dünyalarını zenginleştirebiliyorlar. Konu tensel hazzın ötesine geçiyor cünkü . Bu nedenle sıradışı seks diyoruz .  Tensel haz sıradandır. Beyinsel haz sıradışılıktan alır enerjisini ve oradan beslenir.

Yoksa sıradışı seks'i yaşayan erkeğin ihtiyacı olan kadın teni degildir, muhtemelen zaten grup seksteki vs.  kadınlardan daha güzel kadınlarla birebir seks ilişkisi yaşayabiliyordur.  Sıradışı  seks'i tercih eden kadın , zaten istedigi zaman tek bir erkek  de bulabilir seks icin. Ama artık o tensellik onu kesmez. Sıradışı seksin motivasyonu asla tensel ihtiyaçtan gelmiyor. Bu insanların tensel seks ihtiyaçları yok. Sıradışılığı tercih ediyorlar.   Önermeyi böylece tekrar etmiş oldum.

Sorularınızı Alayım?:)

Blogumu takip eden, kafasında endişe, soru işareti ya da eleştirileri olanlar bana reddominum@gmail.com adresinden ulasarak sorualrını iletebilirler. Benzer soruları  blog yazısı olarak yanıtlayabilirim.

3 Temmuz 2012 Salı

Vicdansız ile Sadist



İçimdeki hayvan diyemeyecek kadar , hic yabancı bir canlı gibi hissetmedigim arzularımı yaşadıgım icin kendimi ozgur hissediyorum. Ozgurluk de hediye olarak yanında mutluluk hissini getiriyor.

Vicdansızlıkla DS iliskideki kinky sapkınlıgı  aynı yere koymadıgımı farkettim. Cünkü yakın zamanda, hic de BDSM ile ilgili olmayan bir erkegin bir takım kızlara gerçekten fiziken ve ruhsal asagılamalarından haberdar oldum. Yahu sapkın olan benim, kızcagızlara eziyet yapan bu adam  diye gecirdim icimden.


Ve duyduklarım karsısında bin kez kendi durdugum yerin dogrulugunu gorup etik olarak, insan olarak , vicdani olarak  bircok "Edepli" den daha dogru yerde durdugumu tekrar anlamıs oldum.

20 Haziran 2012 Çarşamba

Kendini yeni keşfeden bir submissve'in soruları ve BDSM ile ilk tanışma

Bana gelen bazı mailler oluyor.  Diyor ki maili yazan kadın. "Blogunuzu okudum defalarca. Ve kendimde cocuklugumdan beri buldugum bazı seylerin nedenlerini blogunuzu okuyunca farkettim. Peki ben ne yapmalıyım simdi?"
Bloğumun özündeki mesaj zaten hep burada düğümleniyor.

Bir takım submissive insanlar var ve onların kimliklerini keşfetme süreci var. Bu keşfetme süreci birçok soru işaretiyle dolu olarak geçer.

Submissive yanlarını DS hayat tarzıyla ilişkilendiren ve submissive adlandırmasıyla  kendini tanımlamaya başlayan biri ne yaşar?

 Öncelikle toplumsal kurallar, öğrenilmiş yanlış tanımlar  ve dayatılmış etik boyunduruğu yüzünden , hissettiklerinden dolayı şunları hisseder.



  • Suçluluk
  • Endişe
  • Acaba ben sapık mıyım?
  • Psikologa mı gitmeliyim?
  • Yok yok asıl psikiyatriste gitsem iyi olur, en azından ilaç milaç yazar ne bileyim.
  • Bu yanımı gizlemeli miyim? Etrafımda duyulursa sıçtık!
  • Acaba BDSM tarzı bir ilişki bana iyi gelir mi?
  • Peki böyle bir ilişkiyi yaşarken başıma bir şey gelir mi?
  • Acaba tam olarak istedigim bu mu? Bu tarz bir ilişki yaşamak benim hangi değerimi güclendirir?
  • Peki diyelim böyle ilişki yaşayacak bir efendiye rastgeldim, ben kendimden eminim de ya karsımdaki adam sapık cıkarsa??!! (Aman tanrım!!!)
  • Hmm aslında heyecan da duyuyorum,güclü bir merak kaplıyor içimi...Acaba??şey...ufff...tamam unut bunlaır kızım, kafanı karıştırma...vsvsvsvs
gibi devam eden hisler yaşayabilir kendini yeni keşfeden bir submissive.

Fakat diğer yandan tüm bu kaygılı hislere eşlik eden büyük bir his vardır. Heyecan ve merak! Merak büyük bir enerji barındıran bir histir. O hissin yarattığı enerjiyi kullanıp kullanmamak o kişinin kendisine kalan birşey.

 Sen! Evet sen! Ne yapmam gerekiyor diyorsun! Hiçbirsey yapman gerekmiyor. Hislerinle barışman yetecektir sana, hepsi bu.

Kimi hayata karsı birey olma ve tabi olma arasındaki dengesizliği sanatla, kimi işyerindeki hırslarla, kimi dominantlıkla, kimi içe dönüklükle, kimi kendini ailesine adamışlıkla, kimi maceralar yaşarak, kimi extereme spor aktiviteleriyle, kimi yazarak, kimi susarak telafi eder. Ego savunma mekanizmalarından en yaygını bu.

Sen de ozgurlukle, birey olma arasındaki dengeyi submissive yanınla kuruyorsun. Bu iyi ya da kotu degil. Sadece kendini ailesine adayan fedakar anne  ya da işyerinde kariyer hırsı yapan kadın toplumca ödüllendirilir ama submissive yanını ön plana çıkartarak hayatta bir denge saglayan kadın , bunlar kadar ödüllendirilmez. Tek fark bu...Kötü ya da yanlış diye bir sey yok senin hissettigin seylerde. Hatta kendi hislerini bastırmak yerine onlarla yüzleştigin zaman gercekten ozgur oldugunu hissediyorsun. "Ohhhhh" cekme hali yani. Evet buyum ben ve bu halim bana iyi geliyor demek büyük özgürlük.

Fakat tutup da hemen internetten eli sopalı  ve efendi diye geçinen adamlara hevesle koşarsan  muhtemelen , kendi içindeki bu gizemli hislerin darbe yiyecektir. Efendi aranmaz, karşına çıkar. Ayrıca submissve bir kadının her zaman bir efendisi olması gerekmiyor. Kendi kendineyken de submissive yanını his boyutunda yaşabilirsin. Ki zaten simdiye kadar böyle yaptın bunu.

Yukarıda sıraladıgım soruların yanıtları sende gizli. Ne yaşamak istiyorsun? Ne yapmak istiyorsun? bu hislerinin üzerine gidip ne kadarını yaşamak istiyorsun? Yanıtını  verdikten sonra yukarıdakilerin de yanıtını veriyor olacaksın.

Ben burada sana sadece yol gösterebilirim ama yanıtını veremem.

Meraklı sorularını bekliyorum!



Kırmızı elma bahane, klavye delikanlılıgı sahane

İsa'nın acıları, yoksul ve tüm özgürlükleri elinden alınmış halkın acılarından daha büyük acılar olarak  anlatıldı efsanelerde. "Biz"in acıları "ben"in acılarından daha onemli goruldu. İsa "biz" denilebilecek bir toplulugu temsil ediyordu cunku. Oysa kilisenin  bireylerde yani "ben"lerde yaşattıgı acıların hesabı isa'nın cektiklerinin kat kat fazlasıydı.

Biz'leşme hali ben olma halinin otesine gecince bir sosyal histeri olusuyor. Tarih bunu gösterdi.  Günümüz sosyal medya mecrasını elbette etkilesim anlamında yararlı, büyülü ve eğlenceli buluyorum. Fakat sosyal medyanın içinde bazen  "biz" olma halini cemaat ruhuna taşıyan ve doğal olarak da kollektif bir histeri'yi, bir endaze sapmasını  en uç noktaya taşıyan insanlara rastlamak mümkün.

Kırmızı elma sözlük'teki disikole yorumları hakkında nacizane dusuncemi yazdıgım icin küfürlerle saldıran klavye delikanlısı hanım kızlarımız sadece bir örnek buna.

Wiki tarzı sözlükleri çok yaratıcı buluyor ve keyifle takip ediyorum. Buna eksisozluk ve kırmızıelma da dahil. Bu tür mecralarda keni "ben"liğini ve bireyliğini kaybetmeden bir duruş sergileyen insanlar  da var. Küfür, saldırı ve hatta  karşı tarafın söylemediği bir şeyi söylemiş gibi gösterme eğiliminde olanlara sözüm.

"Dişikoleye katılmıyorum , reddominum'dan nefret ediyorum ama bu blogger'ları  içten buluyorum ve takip ediyorum"  diyerek genel cadı avına kapılmayan bireyleri tenzih ediyorum.

Hatta usturuplu ve saygın bir sekilde elestirenleri de anlıyorum. Fakat bu mecralarda , en ufak bir farklı düsünce karşısında nick'lerin  ve site üyeliğinin arkasına sıgınarak insanfsızca yorumlar yazarak histerik saldırılara girenlere acıyorum.  Çünkü refleks, beyin ya da vicdanın önüne geçmiş bu yorumlarda.

Neyse ki site yazarları arasında da benliğini koruyan , kendi duruşuna ve vicdanına sahip çıkan insanlar var. Bu sevindirici...

Konu kırmızı elma degil. Dedigim gibi sözlük keyifli bir yer. Fakat sosyal medya küstahları hayatımızda hep olacak, klavye delikanlıları hep olacak.

Ortada sozluk hakkında edilmis kotu bir laf yokken tamamen refleks yoluyla saldırıya geçen üçbeş insana malesef istedikleri yanıtları vermeyecegim. Umursadıgımdan degil,  insanların klavye karsısında nasıl bir varlıga donustügüne üzülmem ve onlara acıdıgımdan yazıyorum bunları.


4 Haziran 2012 Pazartesi

Filmler, öyküler ve DS İlişki

Normal mainstream filmler  ve bağımsız filmler dahil olmak üzere son 40 yılda çekilen ve erotik sahnelerin bulunduğu filmlerden oluşan bir arşivim var. Porno değil. Eyes Wide Shot'dan, Basic Instinct'e , Crash'ten Sex and the Lucia'ya kadar... Ayrıca erotik temalı olmayan dramları da katalım bunlara.



Tüm bu filmlerde insanın farklı ruh halleri ve dönüşümleri anlatılıyor. Romanlar gibi.  Ve bu filmlerde kadının kendini her olayda yeniden keşfedişine tanık oluyoruz. Kendinde kesfettigi seylere karsı,  basta cekingen, duyarsız ama uygun zamanı geldiğinde de  tutkulu sekilde yaklaştıgını gorebilirsiniz.

Gerçek hayatta da böyle. Köle efendi ilişkisine onyargıyla , korku ve endişeyle  ve hatta kadın hakları ve feminizm boyutundan da bakan bir kadın bir bakmışsınız ki, kendi bireysel dönüşümünün geldiği bir noktada içindeki submissive'i ya da hatta dominant'ı ve hatta biseksuel kadını kesfedip onunla barışabiliyor.


Ve bu o içinki farklı tutkuyu ve heyecanı kesfeden kadının beyazperdedeki keşfediş anı muhtesem bir enerji patlaması olarak karşımıza çıkıyor.  Eşine cok baglı bir ev kadının bir anda cinsel ve duygusal bir coşku ile başka bir adamla cılgınca sevişmesi (Unfaithfull filmi mesela), Evli bir kadının kocasının gozu onunde arabada baska bir adamla sevismesi (Crash mesela),  Gayet heteroseksuel bir kadının bir anda icindeki biseksuel ile barışıp başka bir kadının goguslerinde dudaklarını gezdirmesi ( Gia mesela)...bu patlama anına bir örnek.

O müthiş ve tarifsiz kendini ozgurlestirme , kendi kendine engel olmaktan vazgecme ve bu nedenle de kendini özgür ve iyi hissetme hali izleyiciye de büyük bir coşku ve katarsiz taşıyor. 

Sürekli olarak kendini yenileyen bir köle efendi ilişkisi de işte tam olarak bu filmlerde rastlanan kendiyle barışma  halini tekrar ve tekrar her gün yaşamaktır.

Yaşamın ve olayların akışına ve dalgalanmalara bırakmadan sistemli ve istekli şekilde bu coşku halinin içinde kalmaktır. Kendinden kaçmayı, kurumuş çalışar gibi ateşe verip  ozgurlugu eline alan kadınların yaşadıgı budur. Onları gözlerindeki parıltıdan ve yüzlerindeki tarifsiz ve saklanamayan gülümsemeden tanıyabilirsiniz.

Kırmızı Elma sözlük ve disikole üzerine düsünceler

Dişi köleye dair sosyal medyada ne var diye şöyle bir bakma gereği duydum. Ve karşıma en çok yorum ekşi sözlük ve kirmizielma sozlukte çıktı. Meraklısı varsa okusun:

Gerek benim blogumu gerekse de disikole'nin blogunu yerden yere vuran, iğrenc mide bulandırıcı bulan kişilerin yanı sıra,  gayet içten ve samimi bulanların sayısı da az degil.

Sözkonusu sözlükte ve diğer sözlüklerde zaten içtenlik en onemli konsept. Fakat sözde kadın sözlüğü gibi gorunen sozlukte "kadın" nickiyle giren bir sürü erkek oldugu acik. Vestiyer kelimesi kıyafet astıgımız yer için kullanılır. Fransızcası vestiaire . Farklı cinsiyetin kıyafetine bürünmüş insana travesti diyoruz.  

Kırmızı elma gibi sözlük ortamlarında kendini kadın gibi gosteren erkeklerden olusan ve bir anlamda "travesti" bir durum oluşturan bir kitleye rastlayabiliyoruz. Kadınlar kadar , kadın gibi gorunme cabasındaki erkekler de var diyorum yani.

Burada da samimiyetin onemi artıyor. Disikolenin blogunu igrenc, kadınlık onuruna vs. aykırı bulabilirler bu sozlukteki yazarlar. Fakat şu da var ki  disikole, paylastıklarıyla onlarin bir kısmından daha samimi ve gercek bir sekilde kendini ifade ediyor.

Sırf kadınlarla cinsel konuları rahatca tartısabilmek ve belki de tatmin saglamak icin kadın nickiyle bir kadın sozlugune uye olanlardan coook cook daha samimi.
 ****

Blogumda sürekli vurguladıgım bir şey var. Köle efendi ilişkisini ,  aşk ile sevgililikle ya da baska bir iliski türüyle kıyaslayıp en ideal ilişki türüdür diye bir iddiada bulunmuyorum. Bu evrende mutlak doğru diye bir şey olmadıgı cok acık. Her kıyafet herkese uymaz! Önemli olan üstümüze uyan kıyafeti bulup onu deneme cesareti bulmaktır.

Bize dar gelen sevgililikler, aşklar, evlilikler, flortler, one night stand'ler varsa illa ki onları tekrar tekrar üstümüze uydurmaya calısmak bosa bir caba olabilir diyorum blogumda. özeti budur tüm yazılanların.

Bazen de kactıgımız baska kıyafetlere de bakmakta yarar olabilir. Belki (evet belki) o kıyafetlerle daha güzel hissedbiliriz. Köle efendi ilişkisi de tam olarak bu kıyafetlerden biridir.

İşlemeyen, yürümeyen, hep bizi tokezleten, bizden enerji ve zaman calan iliskilerin dısında , başlarda kabul etmesi güc bile gelen ama belki de yasanabilecek bir iliski türü olabilir DS iliskiler. Ve elbette ki bakarsınız ki o da size uymaz ve sadece bir fantazidir. Bilinmez.


NOT: Buradaki travesti benzetmesi, sözcük kokenine gonderme yapılarak kullanımıştır. Tutup da insanlara gerçek travesti denildigini sanan entellektuel cıkarım özürlü bazı insanlar olabilir diye acıklama yapma geregi duydum.



29 Mart 2012 Perşembe

Hayalimdeki Şato

Yaş kırklara yaklaşmış.  Yaşadıklarının ve öğrenerek biriktirdiklerinin bir insanı tekamüle taşıyacağını umarken , o birikintinin insana yeni bir sorumluluk ve yeni bir başkangıç getirdiğini gördüm. Sisyphos söylencesini biliyorsundur. Mitolojiyle az da olsa ilgin var biliyorum.

Varoluşçular da insanın bu Sisypos söylenindeki cezasına kafayı takmışlar. Albert Camus'tan efsanenin özetini alalım:

"Şair Homeros'a göre Sisyphos, ölümlülerin en bilgesi ve en uyanığıdır. Tanrılar Sisyphos'u bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkum etmişlerdi; Sisyphos kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı düşecekti hep. Yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar haksız da sayılmazlardı."

İşte, insan bir türlü o kayayı en tepeye çıkartamıyor. Tam çıkarttığımız sırada o kayanın tekrar yuvarlanıp aşağılara indiğini görmek sanırım yazgımız.  Yıllarca yukarı taşıdığımız o kayanın tekrar aşağı yuvarlanması aslında umut kırıcı bir şey değil.  Daha da iştahlandırıcı bir şey.

Deneyimlerimiz, öğrendiklerimiz, bizi bilgeleştiren herşey şekil değiştiriyorlar.  Kendimizi bulduğumuzu sandığımızda, bulduğumuz şey kendimizden daha başka bir şey oluyor.

Eskiden uzun yolculuklara çıkmayı, bu nedenle de beni bir coğrafyaya bağlayacak bir eşya, bir mülk ve bir canlıya sahip olmak istemezdim. İlk buzdolabımımı aldığım gün o nesnenin tüm ağırlığını (Evet buzdolabından sözediyorum) bedenimde hissetmiştim. Coğrafyaya beni bağlamak için  dikilmiş bir kule gibi karşımdaydı sayın Ariston hanım.  Neyse zaten tecavuz kaçınılmaz olunca No-Frost'tan zevk almaya başlamak lazımdı.

Sonra hayatıma bazı canlılar da girmeye başladı. 2 ve 4 ayaklı canlılar..Bir süre sonra onlardan uzaklaşmamak için bulunduğum coğrafyaya  kazın dikmeye başladım.

Zaten  insan Kavafis'in şiirini yaş ilerleyince daha iyi anlıyor:

"Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de."
 Şimdilerde artık sabit bir hayat kurma isteğim var. Bu isteğe bir hayal de eşlik ediyor. Bir şato hayali. Evet...Kücük de olsa bir şato hayal ediyorum.  Geniş ve büyülü bir aydınlatması olan bir salon. Ortasında büyük bir yemek masası. 4 tarafından Hi-End ses alabilecegim bir sistem ve elbette lambalı amplifikator ve pikap.   2 Mahzenim var. 
Birisi şaraplarımı sakladığım kav. Diğeri de kölelerimi zincirlediğim , taş duvarları olan dungeon!  Duvarlardan sarkan zincirler, küçük kafesler ve oyuncaklarım
.
Mahzene inen merdivenlerin duvarlarında meşaleler yanıyor. Ağır adımlarla zindana indiğimde daha önceden duvara zincirlediğim kölelerim sesimi duyup toparlanıyorlar...Dilediğimce  sert davranabiliyorum. Cezalandırıyorum. 
Buralar çok klasik ve bildik.  Asıl hayalim, oradan bir kölemi çıkartıp, yukarı çıkartmak.  Ve  meşale ışığında kitabımı okurken ve müzik dinlerken, o kölenin dizimin dibinde  durması, başını dizime yaslayıp huzurla orada hizmetimde beklemesi. Hiç olduğunu anımsayarak özgürlüğü hissetmesi.
Tabi 21. yüzyılda yaşadıgımızı unutmamak ve fazla ses geçirmeyen bir evle idare etmek gerekiyor. 

28 Mart 2012 Çarşamba

Blogumu search edenlere bir cift söz

Blog istatistiklerinde , bazı ziyaretcilerin google arama motorunda bana hangi aramalarla ulaştıkları yazıyor. Bakalım ne aramıs bu ziyaretcilerim.

kadından sahibe olmaz
:  Erkekten de olmaz zaten. O yüzden boşa üzülme. Master ve efendi ariyorsan doğru yerdesin, gerisi boş.















kadınlar sexse ihtiyaç duyarmı: Bak şekerim "mı" gibi soru ekleri aynen bir kelime gibi ayrı yazılır. Kadınlar sekse ihtiyaç duyar ama seX e duyar mı bilmiyorum.  Kadınların ayrıca tuvalete gittikleri ve yemek yediklerini hatta su içtiklerini de bilmende yarar var.  Bloga hoşgeldin.












reddominum: Buyrun benim

aldatmak cinsellikmidir
:  Bak güzel kardeşim! Hala "midir" gibi soru eklerini birleşik yazıyorsun. Aldatmak cinsellik midir gibi felsefi bir soruyu bulman ve bunu üstelik merak edip google hazretlerinde aratman senin pek nadide bir insan oldugunu  gösterir. Beni okudugun icin tesekkur ederim. 






















bilinc altina hukm etmek
 : Hükm etmek gibi 2 bağımsız kelime, dilimiz tarafından birleştirilip hükmetmek olarak yüzlerce yıl önce pratikleştirilmişti aslında.  Bilinçaltına  hükmetme merakı nereden geliyor ve bunu google'da arastırma ihtiyacını neden duydun  acaba? Gerçekten karşımızda bir  mandrake mi  var?











bilinçaltı ile 10 kilo verdi
 : Aman tanrım. Bilinçaltı ile 10 kilo verdi demissin de bu kilon verenin kim oldugunu yazmamışsın. Ayrıca google hazretleri nicin beni bu arama sonucunda senin karsına getirdi? Gerçekten Fantagül'ün suçu nedir diye merak etmeye başladım, Eüzibesmele amin.











birkadınınkaranlıkilişkisi
: Birkadının ne ilişkisi?  Karanlık ilişkisi? Kiminle karanlık ilişkisi? Olay çok heyecanlı. Ben de takip etmek istiyorum o bloğu. Ama yine karşıma kendim çıkıyorum aramalarda. Kahrol Google!










erkeklerde kolelik ruhu
: Yok öyle bir ruh...Ya da tuz ruhudur , bunu erkeklikle karıştırmayalım. Bak şimdi XY kromozom dizisinden girip E5 karayolundan cıkabilecek kadar uzun yazabiliyorum. Doğru söylüyorum. Vakit varken kaç git buralardan. Sonra pişman olursun, yazının yarısına gelmedne intihar edebilirsin. Seni içindeki köle ile başbaşa bırakıyorum ey okur!










kadinlari köle yapmak bilincalti
: Bak sevgili okurum! Anlaşılan o ki google hazretlerini, kadınların bilinclatına nasıl girerim ve onları kendime nasıl köle yaparım sorunsalına alet etmişsin. Ve kaderin cilvesi şu ki, google seni benim karsıma cıkarttı her seferinde. Kadınların bilincine seslenemezsen bilincaltına hiç seslenemezsin. Sana bunu derim ve çeker giderim.


























22 Mart 2012 Perşembe

Bir görüşmemizde yaşananlar ve iç sesim

Ellerini başının arkasında  gergin şekilde tutmuş bekliyor. Sırtına ısırıklar bırakıyor, eteğini yukarı sıyırıyorum...

Gögüs uçlarına klipsler takıyorum. Canın yanıyor mu? diye soruyorum, yandığını bile bile. Kıvranmasına rağmen  zorlanarak "I ıhhh! Yanmıyor Efendim" diyor.

Clips'in sıkma gücünü arttıran vidayı sıkıyorum, ya şimdi yanıyor mu canın? dememe bile gerek kalmadan can acısıyla bükülüyor.

 
Sesimi yükselterek  azarlıyorum.  Ensesinde yere paralel ve gergin durması gereken kolları  acıdan dolayı   kapanmaya başladı diye kızıyorum...   Acı çekiyor olabilirsin ama dimdik ve gergin şekilde heykel gibi durman gerektiğini unutmamalısın degil mi diyorum. Hak veriyor ve gogus uçlarındaki acıya rağmen yine toplarlanıyor ve dimdik duruyor. Artık acı beden hareketlerinden değil , yüzündeki ifadelerden okunabiliyor bir tek.



 Bu acıyı anımsatma törenini kısa kesiyor , klipsi çıkartıyor hatta gogus uclarını opuyorum biraz acıı geçsin diye. "Teşekkür ederim Efendim" diyor.

Klipsleri en gevşek moduna getirip tekrar takıyorum. Bu kez acımadığını biliyoruz. Belki küçük bir sızı o kadar.

Gogus morluklarını sevdigim icin , bir gogsunun yanına ısırık izimi de bırakmayı ihmal etmiyorum.

İç sesim , ah o dışıma çıkmayan iç sesim elbette benimle konuşuyor bazen böyle durumlarda. Kimsin sen? diyor bana. 
Niye böyle yumuşacık kalpli, böyle tatlı ve güzel , kimseye zararı dokunmayan, zeki, zengin ruhlu,  küstah ya da şımarık olmayan,  üstelik beni tüm varlığıyla seven bir kıza bunları yapıyorsun?  

Neden ona tensel acı veriyorum? Neden? Yanıtını bilmeme rağmen bu soruyu sorup yanıtı tekrar etmek bir tür iman tazelemek aslında. Yaptığım şeyi sorgulayarak tekrar tekrar davranışlarımın nedenini anlayarak iman tazeliyorum. Bunu yapmama neden olan en temel içgüdü elbette ki cinsel bir içgüdü.

 Fakat sen cinselliği her zaman sertlikle tanımlayan biri değilsin ki? Nedennnn?? Neden o halde böyle davranıyorsun? diyorum kendime.

Çünkü en medeni halinden çıkartıp en doğal haline indirgemek o cinselliği, öğretilen sevgililik, partnerlik vb. ilişkilerinin aksine bir hale getirmek ruhumu aydınlatıyor.Ama bu, ona acı vermemin en temel gerekçesi değil ve olamaz. İçimden gelen durdurulamaz bir cinsel şiddet ihtiyacı yok. Hatta biraz daha planlı yaptığımı söyleyebilirim bunu. İçgüdüsel bir saldırganlıkla değil. Benimki sadece, bir şey yaparken o şeyden aynı anda zevk de almak. Yoksa zevk almak icin yapmadıgım kesin.

Tamam madem cinsellik sadece bu şiddetin sende bir yansıması ve bir sonuç...Yarattığı cinsel duygudan keyif alıyorsun ama o halde asıl nedeni ne bu zavallı kıza böyle davranmanın?

Yanıtını yine biliyorum. Onu daha büyük acılardan kurtarmak! 

Peh ! Ne büyük ne ulvi görevler edinmişsin sen kendine Red Dominum!
Beni yanlış anlayacağını biliyordum. Fakat  bir insanın gönüllü olarak teslim olması ve acıyı göğüsleme cesaretine yanıt olarak ona sunduğum bu zemin benim mutlu ediyor. Bunun bir terazisi yok. Ölçemiyoruz. Fakat kölemin eski hayatıyla şu anki hayatında yaşadığı hisleri tartarsak  hislerin yoğunluğu ve gerçekliği ve içsel proseslerinin  büyük bir enerjiyle harekete geçmesi hangisinde ağır basar biliyorum. Bana teslim olduktan sonra....

Murathan Mungan'ın  sanırım Lal Masalları'nda bir öykü vardı. Bir obada delikanlı ağanın kızına aşık olur ama kızı ona vermezler fakir diye.  Derken delikanlının sevgilisini başka bir ağanın oğlu ile evlendirirler. Delikanlının yapacağı hiç bir şey yoktur. Sevgilisi evlenmeden önce onu son kez görebilmek için bıyıklarını ve vucut tüylerini keser, dansoz kıyafeti giyerek kadın taklidi yaparak, sevdigi kadının düğününde köçeklik yapar. Burada eziklik mi vardır yoksa ruh büyüklüğü mü? Delikanlının o an yaşadığı hissin sadece acı olduğunu mu düşüneceğiz? Acı olsa bile sevgilisini görmenin sevinci ve mutluluğu da vardır. Kölenin de tensel acının varlığına rağmen, ruhsal olarak kendini disipline etmenin getirdiği bir mutluluğu görmezden mi geleceğiz?)



Sonra yüzükoyun yatırıp  ellerini arkadan ayak bileklerine bağlıyorum.. Öylece bekeletiyorum bir süre...El bilekleri acıyınca  ipi cozup daha gevşek hale getiriyorum.Sonra içimdeki hayvanı dışarı salıyorum...Döverek hakaret ederek....Nereye kadar bu durumla barışık kalacağını merak ederek...

Evet onun kabul edebileceği sınırlarda ruhsal yolculuklarımızı sürdürüyoruz. Kücük kızım, kölem , oyuncağım, öğrencim.... Canı yandıkça "Teşekkür ederim Efendim" diye inleyen sesi geliyor kulağıma.

Sonra  çözüp yere oturtuyorum ben koltukta otururken başını dizime koyuyor. Saçlarını okşuyorum. Dünyada şu an en çok olmak istediği yerde, dizimin dibinde o an.

6 Mart 2012 Salı

Denge

Kole efendi ilişkileri , ruhsal dengemizi saglamak, ruh hasatlıklarımızı sağaltmak için de kullanılabiliyormuş. Evet.

21 Şubat 2012 Salı

Akıyorsun Bana

Kölem dün gece bendeydi. Haftasonu görüşememiş olmaktan kaynaklı canımın sıkkınlığını biraz konustuktan sonra aya kaldırdım.
Zaten gelir gelmez siyah minisi, siyah ince corapları, ince topluklu ayakkabısını giymişti her zamanki gibi.

Ayaga kalktı, ayakta 1. pozisyonunu aldı. (Şu pozisyonların fotolarını çekip yayınlayayım en iyisi, tarifi zor oluyor her seferinde.)

Biraz oynadım onunla. Disiplininden bir şey yitirip yitirmediğini kontrol etmek alışkanlık haline geldi sanırım bende. Neyse ki  bana olan tutkusu , bazı yanlış anlaşılmalar dışında bir hataya izin vermiyor.

Göğüslerini soydum. Biraz canını yaktım. Grrrrrr. Bazen dişlerim kamaşıyor uzun süre o bedene hüküm sürmediğimde. Gogus uçlarına klipslerini taktım.

Salondaki meşhur orta sehpanın üzerine yatırdım akşam yemeğimmiş gibi.   Sehpanın 2 kenarına koydugum mumları üzerine damlattım. (Bu mum oyununun zararsız oldugunu bilmesine rağmen her seferinde tedirgin olmasına bayılıyorum.)

Kasıklarına mandal taktım, biraz aşağıladım. İtaati ve disiplini aynen bıraktıgım gibiydi...Güzel....

Biraz oynadıktan sonra önümde diz çöktürdüm. Yerde dizleri üstünde dimdik durup , iki elini  ensede  kavuşturup, kollar yere paralel gelecek sekilde gergin halde tutma pozisyonu. Dikkat! durumunda beni dinlemesi ve gerektiginde emirlerime hemen uymasını bekledigim pozisyonlardan biri.

Ben koltukta otururken o onumde diz cokmus emirlerimi bekliyor.

"Gözlerimin içine bak" diye emrettim. Önce odaklanamadı "Peki Efendim" demesine rağmen. Sonra tekrar ettim." Kımıldamadan gözlerimin için bak!!!!"

"Emredersiniz Efendim"

Sag elimi kaldırdım ve yüzüne bir tokat atacak gibi yaptım. Yanlardaki kolları gevşedi ve yüzünü savunma refleksiyle  dirseklerini kırdı yüzüne doğru. Gözlerini de kıstı!


Vurmadım! " Pozisyonunu bozma dimdik dur" diye emrettim. Efendinim ve sana vurabilirim. Başın gururla dimdik olacak. Kolar gergin , ensende, gözlerin de bir kurşun gibi sert ve güçlü halde bana bakacak. Anlaşıldı mı?"

 Masum ama gururlu bir ses tonuyla yutkundu. "Hı hı! Anlaşıldı Efendim".

Der demez sol yüzüne bir tokat indirdim. Bu kez daha dikti , pozizsyonunu bozmadı pek. Ama gözlerini kapatmıştı refleks olarak. Vurduktan sonra , sacını oksadım. "Aferin. yapabiliyorsun! Ama bu kez gozunu kırpmak yok"

Kararlı ve daha cesur bir aşamaya geldigini ses tonundan anlıyordum. Bu kez başaracagım der gibiydi sesinin tonu. "Anlaşıldı Efendim! Kapatmayacağım gözümü"...Aferin küçük köleme!!!!

Gerçekten bu kez gözleri kurşun gibi bakıyordu. Dimdikti. Gururla bakıyordu. Efendim bana vuruyor ve ben de onun tam istedigi gibi duruyorum. Onun gözlerine bakıyor gözlerim ve hiçbirseyden korkmuyorum, karsımda efendim var ve ben onun malıyım bundan gurur duyuyorum, hayatta en cok olmak istedigim yer şu an tam burası...gözleri bunu soyluyordu....

Nasıl durması gerektigini anlamıstı. Gözlerime kurşun gibi bakarken, ben onu tokatlıyordum. Daha önce öğrendigi gibi her vuruşumda "Teşekkür ederim Efendim" demeyi ihmal etmiyordu kibarca.

Sonra artık bunu yapabildiğini ona gösterdiğimi farkedip, sarıldım ona: saclarını optum. "Gördün mü bak, yapabiliyorsun. Başının dimdik durması böyle bir şey. Sürekli sana başın dimdik olacak dedigim buydu. Benim yanımda da , sosyal hayatta da boyle ol. En kötü durumda bile gözlerin kurşun gibi baksın ,başın dimdik olsun. Benim yanımda bana itaat et, küstahlık etme fakat dimdik  ol. Dışarıya karşı da başka insanlara karşı da benim başımın dikliğini hep yanında gezdir. " dedim


Tekrar sarıldım ve saçlarını optum. O hala elleri ensesinde diz üstü dimdik durmus bekliyordu...Sarılabilirsin bana dedim. Cünkü zaten bakışları ve ruhuyla bana sarılıyordu o da. İzin verince teşekkür ederim Efendim diyerek sarıldı. Sımsıkı sarıldık. Kokladık birbirimizi. Ağlamaya başladı. Gözünden yaşlar geldi demek daha dogru. Duygu selini burada anlatmam mümkün degil. Karşılıklı olarak birbirimize aktık.

"Akıyorsun" dedim sacını okşayıp yüzüne bakarak. Gözlerini sildi....Akıyorsun bana.....Hiçbir sevgililik ilişkisinde görülemeyecek bir tutku ve bağ yarattıgımızı tekrar gösterdim dün gece ona.

Sonra biraz konuştuk. Köle bir kızkardesim olsa size birlikte hizmet etsek ne güzel olurdu degil mi Efendim? dedi. Sonra hayali köle kız kardeşine ait düşlerini anlattı biraz...Hala akıyordu bana....

DİL'İN YANILSAMACI DÜNYASI




Dil bir akıl tutulmasıdır. Kollektif olarak uyduğumuz bir histeri'dir dil. Gösteren ile gösterilen arasındaki açı kaymasıdır. Suda yüzen bir balığa  iskeleden baktığımızdaki sanal görüntüdür. Milyonlarca yıl önce sönen yıldızın ışığına bakmaktır dil.
Wittgenstein gibi Chomsky gibi dil  ve lingusitik filozofları varken burada tutup dil üzerine felsefe yapmaya çalışmayacağım, nafile bir çaba olurdu. Ne de olsa dil'in zayıflıgı ve yanıltıcılıgından sözederken de dili kullanmak ne  kadar trajikomik bir durum olurdu.

2 FARKLI DİL KULLANIYORUZ
Peki nereye getiriyorum lafı? Dil yetmiyor işte dil'i anlatmaya...Sanırım bulacağım.... Dil bulacak onu da. 2 dil var  kullandığımız. Bir dış dünyayla bir de iç dünyamızla konuştuğumuz 2 dil. Her ikisi de aslında  "dil" olmalarından dolayı zaten doğuştan özürlü araçlar. (özürlü derken, dil belki muhteşem bir uzay aracı ve yapabilirikleri sonsuz olabilir ama onu kullanacak bir  astronot yoksa gercekten atıl ve özürlü bir araç olarak durur karşımızda).

İÇ DÜNYAMIZLA KURDUĞUMUZ DİL

İç ve dış dünyamızla kurdugumuz bu iki dil'in (eğer ki filozof değilsek) özürlü ve eksik oldugunu  düşünüyorum. 

İçimizle kurdugumuz dilsel ilişkiden başlayalım. Ornegin dil kullanmadan oluşan ilişkide sıkıntı olmuyor. Mesela biyolojik yapımız bize kendi mesajını yolluyor. ACIKTIM. Cok net degil mi? yemek bul! Ya da tiksindim! Uzaklaş!  Burada biyolojik bir dilden sözediyoruz ve biyolojik dilde genelde mesajlar net.   Benim kişinin iç dünyasıyla kurduğu dil derken kastettiğim şey beyinsel ve ruhsal mesajlara dair bir dil. Biyolojik dilimize güven sorunum yok. Kendimizle konuştuğumuz dilin saçmasapanlıgı içimizdeki benlik algısının  kulagımıza fısıldadığı sesten kaynaklanıyor.


Bu içimizdeki benlik sürekli olarak bize emirler yağdırıyor ve bu emirlere robot gibi uyuyoruz çoğu kez. Bazen o iç benliğin tutkularının kölesi olarak hırslara kapılıyor, bazen o iç benliğin fısıldamaları yüzünden hiç yapmayacagımız saçmalıkları kabul edip onlarla yaşayabiliyoruz. Hatta bu iç benlik bazen hırslarına bizi esir etmekle kalmıyor, tam tersi bizi  aşağılayabiliyor. Sen şunu yapamazsın, bunu yapmaya gücün yetmez, zaten böyle bir şeyi haketmiyorsun, eziksin vs. vs. Bizi istemedigimiz ve hayat amacımızdan uzaklaştıran bu iç sese "iblis" diyebiliriz. Sadece isimlendirmek icin iblis diyelim mesela...


Önemli olan bu iç  benliğin arkasında duran bize hayat hedefimizde yol gösteren kılavuzun sesini duymak. İçimizdeki bu  "kılavuz" un sesini genelde "iblis"in sesi bastırır. Ve biz kendi kendimizle konuştuğumuzu sanırken, kılavuzu degil iblisi duyarız cogu kez. 


Toplumsal kurallar, cocuklugumuz, ailemiz ve yetiştirilme tarzımızın ezberlettiği kirlenmiş  benliğin sesinden sözediyorum iblis derken. Bundan kurtulmak cok zor. İblisin sesi cogu kez bizim başımızı belaya sokar. İstemedginiz bir adam ya da kadınla evlenmenizi, istemediginiz bir işte çalışmanızı ya da istemediginiz bir hayatı yaşamanızı bu iblisin sesi saglamıstır. Kurtulun ondan. Ve kılavuzun sesinden başkasını dinlemeyin!

Kılavuzun sesini nasıl ayırt edersiniz. ? O sizin özbenliğinizdir...Onu aslında tanırsınız ama utana sıkıla onun sözlerini uzaktan duyarsınız ve bastırırsınız. O size bazen bir orospu ruhuna sahip oldugunuzu, bazen cok büyük sanatcı olabileceginizi ve bankadaki sıkıcı işinizden istifa etmeniz gerektigini, kocanızla yatmaktan aslında hic hoslanmadıgınızı, aslında maske takarak yasadıgınızı bütün samimiyetiyle fısıldar size. Ozgur olmadıgınız anları anımsatır ve size alarm sinyali üretir.  Ve cogu  kez icinizdeki iblis hemen sizi hayat amacınıza ve ozgurlugunuze ve özgün kişiliğinize yaklaştıracak olan kılavuzun sesini boğar.
kalemkesiginden alıntı

İçimizle kurdugumuz dil sıkıntılı. Bu sorunu aşmak ancak bizi yargılamayan, her türlü ama her türlü olasılıkla bizi özgürlüğümüzle tanıstırmaya calısan kılavuzumuzun , öz benliğimizin sesini duymaya calısmakla mümkün. Bu da kendiyle yüzleşmeye cesaret etmek demektir. Kaçınız bunu yapabiliyor?Kaçımız?

DIŞ DÜNYA İLE KURDUĞUMUZ DİL

Dış dünya ile kurduğumuz dil zaten cogu kez iç dünyamızda kurdugumuz özürlü iblis dilinin devamı oluyor. Sürekli savunmacı ya da saldırmacı konumda diller kullanıyoruz. Anonim diller kullanıyoruz. Başkalarını yargılayan eleştiren , ezmeye calısan, kendimizi sürekli haklı cıkartmay calısan "anonim" diller bunlar. Özgüvenli ve küstahmışçasına görünen oysa tam da korkan ve kertenkele dilidir. Aynen bir sürüngen gibi, beyin yerine omurilik soğanı denilen organın tepkisini veren bir dil kullanırız cogu kez. Kaç ya da saldır! Tamamen reflekstir.

Dış dünyayla tam olarak saglıklı bir iletişim ve dil kurmak icin oncelikle kendimizi oldugumuz gibi kabul etmemiz şart. Kendini kabul edememiş biri kertenkele tepkisi vermekten kurtulamaz. Kendini kabul edemeyen başkasına da farklı olma özgün olma şansı tanımaz.  Sosyal olarak kabul gören niteliklere sahip olmayı kutsallaştıran ve kendi kişisel ozgurlugune  sahip olmayan kişiler  kertenkele olmanın otesine geçemiyor. Ornegin sosyal olarak kabul goren davranıslara sıkı sıkıya sarılan birileri para ugruna istemdigi işlere ozgurlugunu satmıs, sosyal kabul ugruna sevdigi kadın yerine daha akılcı bir evlilik yapmıs, icinden gelen duygusal ya da cinsel istekleri bilinclatına itmis, sözde saygın ama ozel hayatında bilicnlatı patlamaları yasayan ve erdemden uzak davranıssal bozukluklara sahip kisiler olabiliyor.  Kendi özgürlüğünü , sosyal kabul ugruna sattıgı için de, özgürlüğüne sahip cıkan cesur ama farklı kişileri kolayca yargılayabiliyor.


Farkındaysanız hala dil ve söz'ün yeterliliğien gelemedik. Cünkü dil'in kendi yetersizliğine gelene kadar o dil'i kullanan kişinin iç dünyasına ve yetersizliğine takılıyoruz. 


Dil , birbirimizi doğru anlamak için eksik de olsa bir araç Bu aracı , takıntılarımız ve önyargılarımızla daha da işlevsiz hale getirdiğimizin fakrında mıyız?


Bu yazı burada kalır. Dil yetmiyor bana! Ya size yetiyor mu diliniz?

5 Şubat 2012 Pazar

Küçük , cesur ve meraklı kız ile 2. röportaj!

10- İçinde yaşadığımız toplumun kadın-erkek ilişkilerine ve ” evlilik ” kavramına bakış açınız? (Bu tamamen özel bir soru,kendi kişisel merakımdan kaynaklı)

Evlillik bence iyi bir iletişim, karşılıklı birey olma sınırlarına saygı , herkesin hatalar yapma sansı oldugunun bilinci ve karşındakinin özgürlüğü ile mutlulugun gerçekleşebileceğini bilmekle yürüyebilecek  bir kurumdur. Bu da demek oluyor ki  tahminen mevcut evliliklerin çoğu iyi gitmiyor. Çünkü  az önce sıraladığım şeyleri, ego savaşına götürmeden açıklıkla birlikte yaşayabilecek insan sayısı azdır bence.

28 Ocak 2012 Cumartesi

Küçük Meraklı Cesur Kadın ile Röportaj!

Blog sayesinde tanıştığımız ve az rastlanan bir içtenlik ve zekayla  ve de cesaretle kendiyle tanışan ve yüzleşen bir genç kadının mail ile ilettiği soruları yanıtlamak istiyorum. Blogum için ilk  roportaj oldugu  gibi düsünüp  burada yayınlamam (O'nun önerisiyle)  iyi bir fikir diye düşündüm. Gelelim sorulara ve yanıtlarına.

1-Kendinizdeki dominant tarafı kaç yaşında ve nasıl keşfettiniz? Sizi Efendi olmaya iten neydi? Keşfetmenizi sağlayan biri oldu mu ya da size yol gösteren?

23 Ocak 2012 Pazartesi

Kölem ve Ben

Yıllar önce dominant yanımı keşfettiğimde bunun cinsel kökenleri olsa da beyinsel boyutu ve durumun kendisi beni heyecanlandırıyordu. İşin cinsel kısmı zaten  benim yeni normalim olduğu için zamanla köle efendi ilişkisinin cinsel boyutu özel bir heyecan yaratmamaya başladı. Fakat, köleme hükmetmek,  onun bilincini ve bedenini teslim almak, onun farklı bir perspektiften bakmasını , iç  seslerini ve düşünme süreçlerini etkileyebilmek, onu  hizmetimde disipline etmek asla heyecanı kaybolan bir şey olmadı benim için.

Köle efendi ilişkisinin bir nevi aşk ilişkisi olduğunu anımsatmakta fayda var. Bu bildigimiz anlamda aşk değil. Aşkla kölene sahip çıkmak ve onu öncelikle kendi isteklerin doğrultusunda kullanmak fakat bunu yaparken bile ona zarar gelmemesini, onun bir adım daha atarak cesaretlenmesini sağlamaktan sözediyorum.

21 Ocak 2012 Cumartesi

Bir CEO Olarak Efendi

Köle efendi ilişkisini , kapitalizmin DNA'sı olan şirketlere benzetebilir ve Efendi ile CEO(Chief Executive Officer) arasında bir analoji kurabilirsiniz.
Ne kadar üst düzey bir yönetici olursanız olun, eğer şirket içinde CEO ile asansörde karşılaşmanız bile büyük bir olaydır ve ne diyeceginizi şaşırabilir , hatta heyecanlanabilirsiniz. Köle ile Efendi arasındaki ilişki de çalışanlar ile CEO arasındaki ilişkiye benzer.
Çünkü strateji, güç, şirketi ve oradaki iklimi, enerjiyi belirleme, ipi gerdirme ya da zaman zaman gevşetme, zor hedeflere ulaşma, diğer şirketlerden fark yaratan bir vizyon ortaya koyma,  ne tür insanlarla çalışılacağına, hangi partnerlerle iş yapılacağına , kaynakları ve zamanı nelere ayırmak gerektiğine en tepede CEO karar verir. Ve diğerleri de onu izler.   Şu şekilde açıkayayım....

19 Ocak 2012 Perşembe

Hala Beni Okudugunun Farkındayım

Oradasın ve yazdıklarımı okuyorsun. İçindeki sabırsız kız cocuguna dur demek canını sıkıyor.
Merakla ne yazdım acaba diye gelip bakıyorsun. Hatta yeni bir şey yazmadıgımı gorunce yüzün düşüveriyor.
İçinden kimse duymadan "efendim" diye sesleniyorsun bana mırıldanarak belki.

Duyuyorum küçük köle senin sesini! Duyuyorum!

16 Ocak 2012 Pazartesi

Köle efendi ilişkisinin psikolojisi 1

İnsan psikolojisi,  yazının ve kültürün sayesinde, hayvanlardan farklı olarak  onbinlerce yıldır değişime maruz kaldı. C.Jung'un ortaya attığı  "Kollektif bilinçdışı" (Collective unconcious)  kavramı tam da bunu ortaya koyuyor. İntikam, aldatma, yalan söyleme gibi insana ait  yüzbinlerce kavram mağara devrinden bu yana bilincaltımıza ve genlerimize işlemiş bir takım öğrenilmiş kavramlar olarak bugünlere geldi.

Örneğin hayvanlarda intikam, aldatma, kıskanma, yalan söyleme gibi kavramlar gelişmemiştir. Onların psikolojisi kısmen bizimkine gore daha saf (Pure)halde bugünlere kadar gelmiş görünüyor. Bilinçatımızın kollektif evrimi ile giriş yaptktan sonra şunu söylemeliyim: İnsan bilinçaltının esiri değildir!

İnsanlığı sarsan olaylara bakalım ve insanlığın canının sıkıldığı ve krize girdiği birkaç büyük olayı gelim şimdi biraz  anımsayalım;

KÜÇÜK ADIMLARLA KÖLE EFENDİ İLİŞKİSİ

Evet sevgili köle! Tanışmadığın köle efendi dünyası sana disaridan biraz garip, bazen ürkütücü ama karşı koyamadığın içgüdülerine göre de çok çekici geliyor. Kendini burada ifade ediyorsun.
Bir gün hazır hissettiginde bu ilişkiyle tanışıp bir köle olduğunda seni neler bekliyor merak ediyorsun değil mi?
Tek bilmen gereken şu ki, eğer gerçekten kültürlü, bilgili, zeki , öngörülü ve sağduyulu bir Efendin varsa, çekindiğin şeylerin hiçbiri başına gelmeyecek.
Köle efendi ilişkisi ve bunun beslendiği BDSM adı verilen yaşam tarzı ağız dolduran ama küçük , küçücük adımlarla ilerlenilen bir yoldur.

İlk yaşayacagın şey: Öncelikle Efendinin gerçekten  sana tümüyle sahip olması için ona teslim olman ve bir eğitim sürecinden geçmeye tamamen karar vermen gerekecek. Gerçek bir Efendi , senin ona  köle olma konusunda kararlığından emin olmadan bu süreci asla başlatmaz ve sana kölesiymiş gibi davranmaz. İlk küçük adım, kararlılık.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Sen evet sana diyorum

Sen...Evet...Utangaç sorularla kendi kendine bunları okuyan! Evet evet kesinlikle senden sozediyorum...Bence üstüne alınmalısın. Internette köle efendi ilişkisini arastıran, ne oldugunu az cok yeni yeni kesfetmeye baslamıs olan...Kendisini bir efendiye vermeye hazır olup olmadıgını sorgulayan... Bir yandan tüm bunları yaşamaya içi gideen, ama aynı anda soru işaretlerine sahip oldugu icin de pek bir adım atmayan...Sen! Evet sana sesleniyorum...

Bunları okudugunu biliyorum şu an bilgisayar karsısındasın...Herseyinle teslim olmak mı yoksa uzaklasmak mı gibi bir ikilemin arasındasın....

Şunu bil ki,  artık cok gec... daha şimdiden efendine ait bir köle oldun!

Henüz onunla tanışmadın belki, belki o da seni bilmiyor henüz. Geri dönmeyi hiç istemeyeceğin zengin bir yola adım attın...  Artık eski sıradan şımarık hayatına geri dönmeyeceksin. Bu halini şimdiden çok sevmeye başladın. Çünkü zor olanı yaptın ve kendi hislerinle yeniden tanıştın. Onlara tuvalet kağıdı muamelesi yapmak yerine , içinden gelen hislerine sahip çıktın. Çünkü o sensin!

9 Ocak 2012 Pazartesi

Fantazi mi yoksa kimlik ve yaşam tarzı mı?

Bazı efendi ve kölelerin sormaya korktuğu soru... Zaman zaman bana da soruluyor. Fantazi mi yoksa tarzı mı bu köle efendi ilişkisi?

Kabul edelim ki birçok kişi için fantazi ve rol playing olabiliyor BDSM? Genelde de cinsel fantazi..Pro-dom'ların bu kadar yaygın olması da zaten bu fantaziyi gerçekleştirmek isteyen erkeklerin sadece fantazi olarak görmeleri.

Bazılarında ise sevgilisiyle olan ilişkisini dominant ve submissive formatına sokmak acayip iç gıdıklayıcı oluyor diye  böyle bir rol playing cazip olabiliyor.  Ve bazılarında da "başka türlü olamayacağı için" bir kimlik ve yaşam tarzı keskinliğinde net oluyor bu ilişki biçimi.

Ve benim gibilerde ise yanıtlar biraz iç içe geçmiş oluyor. Çünkü fantazi diye başlayan bir şey birden rol playing ile başlayıp yaşam tarzında kendini bulabilir. Çünkü fantazi ve rol playing bir süre sonra içinizdeki efendiyi ya da köleyi ortaya çıkartıp gayet de gerçek bir kimlik haline dönüştürebiliyor hayatınızda.

7 Ocak 2012 Cumartesi

Bir Kadın ve Bir Erkek:More than the love...

Bir kadın..Kadınlığını türlü şekillerde keşfetmiş ve ona öğretilenlere rağmen farklı bir yerde durarak kimliğini bulmuş. En azından kimliğiyle barışma çabasına girmiş.  Sevip saygı duyacağı bir erkek tarafından disipline edilmeye, kendini o erkeğe köle olmaya sunmuş ve bu yolla "özgürleşme" ye başlamış...Kendini disipline edecek olan saygı duydugu ve kendini teslim edeceği erkeği bulunca da hızla olumlu bir dönüşüme girmiş...


Bir erkek... Geçmişinde romantik aşklar'ın aslında hiç de iyi niyetli olmayan ve birbirini psikolojik olarak boğmaya ve ozgurlüklerini  "aşk" uğruna esarete çevirmeye doğru giden ilişkilerini deneyimlemiş. Bu erkek, artık kendiyle yüzleşmiş,  en doruktaki hissin bir kadın ve bir erkek arasındaki açıklık, yargısız, anlamaya yonelik, erdemli, ozgür, prensipli ama boğmayan bir ilişki oldugunu tanımlamış. Bu tanımın köle efendi ilişkisinde kendini buldugunu görmüş ve yıllarca kölelerine onurlu bir efendilik yapmış ve onları geliştirmiş.


3 Ocak 2012 Salı

Cinsellik ve Beyinsel Haz Paradigması

Bazı erkekler ve hatta bazı kadınlar beni çok iyi anlayacaktır eminim. İnsan  kendi bedenini ve karşı cinsi tanımaya başladıktan itibaren oluşan bilinçdışı cinsel kayıtlarımız beynimizde cinsel kimliğimizi şekillendiriyorlar. Cinsel olarak kim olduğumuzu yani...

Yemek, içmek, iletişim kurmak, kendini ifade etmek, tatil yapmak, birşeyler yaratmak, dinlenmek gibi bir ihtiyaç gibi görülse de cinsellik tüm bunların ötesinde  gizil öğrenme yoluyla  edinilen ve bir kimlik olarak bize yapışan bir ihtiyaçtır. Diğer tüm fiziksel ve sosyal ihtiyaçların gizemi pek yok fakat cinselliğin kökenleri beynimizin bilmedigimiz karanlık köşelerinde gizlenmeye devam etmektedir. 

Örnek vermek gerekirse en basitinden, bir erkek plajda yarı çıplak hatta üstsüz güzel bir kadına en fazla 10 dakika bakar sonra etkilenmez.