29 Mart 2012 Perşembe

Hayalimdeki Şato

Yaş kırklara yaklaşmış.  Yaşadıklarının ve öğrenerek biriktirdiklerinin bir insanı tekamüle taşıyacağını umarken , o birikintinin insana yeni bir sorumluluk ve yeni bir başkangıç getirdiğini gördüm. Sisyphos söylencesini biliyorsundur. Mitolojiyle az da olsa ilgin var biliyorum.

Varoluşçular da insanın bu Sisypos söylenindeki cezasına kafayı takmışlar. Albert Camus'tan efsanenin özetini alalım:

"Şair Homeros'a göre Sisyphos, ölümlülerin en bilgesi ve en uyanığıdır. Tanrılar Sisyphos'u bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkum etmişlerdi; Sisyphos kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı düşecekti hep. Yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar haksız da sayılmazlardı."

İşte, insan bir türlü o kayayı en tepeye çıkartamıyor. Tam çıkarttığımız sırada o kayanın tekrar yuvarlanıp aşağılara indiğini görmek sanırım yazgımız.  Yıllarca yukarı taşıdığımız o kayanın tekrar aşağı yuvarlanması aslında umut kırıcı bir şey değil.  Daha da iştahlandırıcı bir şey.

Deneyimlerimiz, öğrendiklerimiz, bizi bilgeleştiren herşey şekil değiştiriyorlar.  Kendimizi bulduğumuzu sandığımızda, bulduğumuz şey kendimizden daha başka bir şey oluyor.

Eskiden uzun yolculuklara çıkmayı, bu nedenle de beni bir coğrafyaya bağlayacak bir eşya, bir mülk ve bir canlıya sahip olmak istemezdim. İlk buzdolabımımı aldığım gün o nesnenin tüm ağırlığını (Evet buzdolabından sözediyorum) bedenimde hissetmiştim. Coğrafyaya beni bağlamak için  dikilmiş bir kule gibi karşımdaydı sayın Ariston hanım.  Neyse zaten tecavuz kaçınılmaz olunca No-Frost'tan zevk almaya başlamak lazımdı.

Sonra hayatıma bazı canlılar da girmeye başladı. 2 ve 4 ayaklı canlılar..Bir süre sonra onlardan uzaklaşmamak için bulunduğum coğrafyaya  kazın dikmeye başladım.

Zaten  insan Kavafis'in şiirini yaş ilerleyince daha iyi anlıyor:

"Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de."
 Şimdilerde artık sabit bir hayat kurma isteğim var. Bu isteğe bir hayal de eşlik ediyor. Bir şato hayali. Evet...Kücük de olsa bir şato hayal ediyorum.  Geniş ve büyülü bir aydınlatması olan bir salon. Ortasında büyük bir yemek masası. 4 tarafından Hi-End ses alabilecegim bir sistem ve elbette lambalı amplifikator ve pikap.   2 Mahzenim var. 
Birisi şaraplarımı sakladığım kav. Diğeri de kölelerimi zincirlediğim , taş duvarları olan dungeon!  Duvarlardan sarkan zincirler, küçük kafesler ve oyuncaklarım
.
Mahzene inen merdivenlerin duvarlarında meşaleler yanıyor. Ağır adımlarla zindana indiğimde daha önceden duvara zincirlediğim kölelerim sesimi duyup toparlanıyorlar...Dilediğimce  sert davranabiliyorum. Cezalandırıyorum. 
Buralar çok klasik ve bildik.  Asıl hayalim, oradan bir kölemi çıkartıp, yukarı çıkartmak.  Ve  meşale ışığında kitabımı okurken ve müzik dinlerken, o kölenin dizimin dibinde  durması, başını dizime yaslayıp huzurla orada hizmetimde beklemesi. Hiç olduğunu anımsayarak özgürlüğü hissetmesi.
Tabi 21. yüzyılda yaşadıgımızı unutmamak ve fazla ses geçirmeyen bir evle idare etmek gerekiyor. 

28 Mart 2012 Çarşamba

Blogumu search edenlere bir cift söz

Blog istatistiklerinde , bazı ziyaretcilerin google arama motorunda bana hangi aramalarla ulaştıkları yazıyor. Bakalım ne aramıs bu ziyaretcilerim.

kadından sahibe olmaz
:  Erkekten de olmaz zaten. O yüzden boşa üzülme. Master ve efendi ariyorsan doğru yerdesin, gerisi boş.















kadınlar sexse ihtiyaç duyarmı: Bak şekerim "mı" gibi soru ekleri aynen bir kelime gibi ayrı yazılır. Kadınlar sekse ihtiyaç duyar ama seX e duyar mı bilmiyorum.  Kadınların ayrıca tuvalete gittikleri ve yemek yediklerini hatta su içtiklerini de bilmende yarar var.  Bloga hoşgeldin.












reddominum: Buyrun benim

aldatmak cinsellikmidir
:  Bak güzel kardeşim! Hala "midir" gibi soru eklerini birleşik yazıyorsun. Aldatmak cinsellik midir gibi felsefi bir soruyu bulman ve bunu üstelik merak edip google hazretlerinde aratman senin pek nadide bir insan oldugunu  gösterir. Beni okudugun icin tesekkur ederim. 






















bilinc altina hukm etmek
 : Hükm etmek gibi 2 bağımsız kelime, dilimiz tarafından birleştirilip hükmetmek olarak yüzlerce yıl önce pratikleştirilmişti aslında.  Bilinçaltına  hükmetme merakı nereden geliyor ve bunu google'da arastırma ihtiyacını neden duydun  acaba? Gerçekten karşımızda bir  mandrake mi  var?











bilinçaltı ile 10 kilo verdi
 : Aman tanrım. Bilinçaltı ile 10 kilo verdi demissin de bu kilon verenin kim oldugunu yazmamışsın. Ayrıca google hazretleri nicin beni bu arama sonucunda senin karsına getirdi? Gerçekten Fantagül'ün suçu nedir diye merak etmeye başladım, Eüzibesmele amin.











birkadınınkaranlıkilişkisi
: Birkadının ne ilişkisi?  Karanlık ilişkisi? Kiminle karanlık ilişkisi? Olay çok heyecanlı. Ben de takip etmek istiyorum o bloğu. Ama yine karşıma kendim çıkıyorum aramalarda. Kahrol Google!










erkeklerde kolelik ruhu
: Yok öyle bir ruh...Ya da tuz ruhudur , bunu erkeklikle karıştırmayalım. Bak şimdi XY kromozom dizisinden girip E5 karayolundan cıkabilecek kadar uzun yazabiliyorum. Doğru söylüyorum. Vakit varken kaç git buralardan. Sonra pişman olursun, yazının yarısına gelmedne intihar edebilirsin. Seni içindeki köle ile başbaşa bırakıyorum ey okur!










kadinlari köle yapmak bilincalti
: Bak sevgili okurum! Anlaşılan o ki google hazretlerini, kadınların bilinclatına nasıl girerim ve onları kendime nasıl köle yaparım sorunsalına alet etmişsin. Ve kaderin cilvesi şu ki, google seni benim karsıma cıkarttı her seferinde. Kadınların bilincine seslenemezsen bilincaltına hiç seslenemezsin. Sana bunu derim ve çeker giderim.


























22 Mart 2012 Perşembe

Bir görüşmemizde yaşananlar ve iç sesim

Ellerini başının arkasında  gergin şekilde tutmuş bekliyor. Sırtına ısırıklar bırakıyor, eteğini yukarı sıyırıyorum...

Gögüs uçlarına klipsler takıyorum. Canın yanıyor mu? diye soruyorum, yandığını bile bile. Kıvranmasına rağmen  zorlanarak "I ıhhh! Yanmıyor Efendim" diyor.

Clips'in sıkma gücünü arttıran vidayı sıkıyorum, ya şimdi yanıyor mu canın? dememe bile gerek kalmadan can acısıyla bükülüyor.

 
Sesimi yükselterek  azarlıyorum.  Ensesinde yere paralel ve gergin durması gereken kolları  acıdan dolayı   kapanmaya başladı diye kızıyorum...   Acı çekiyor olabilirsin ama dimdik ve gergin şekilde heykel gibi durman gerektiğini unutmamalısın degil mi diyorum. Hak veriyor ve gogus uçlarındaki acıya rağmen yine toplarlanıyor ve dimdik duruyor. Artık acı beden hareketlerinden değil , yüzündeki ifadelerden okunabiliyor bir tek.



 Bu acıyı anımsatma törenini kısa kesiyor , klipsi çıkartıyor hatta gogus uclarını opuyorum biraz acıı geçsin diye. "Teşekkür ederim Efendim" diyor.

Klipsleri en gevşek moduna getirip tekrar takıyorum. Bu kez acımadığını biliyoruz. Belki küçük bir sızı o kadar.

Gogus morluklarını sevdigim icin , bir gogsunun yanına ısırık izimi de bırakmayı ihmal etmiyorum.

İç sesim , ah o dışıma çıkmayan iç sesim elbette benimle konuşuyor bazen böyle durumlarda. Kimsin sen? diyor bana. 
Niye böyle yumuşacık kalpli, böyle tatlı ve güzel , kimseye zararı dokunmayan, zeki, zengin ruhlu,  küstah ya da şımarık olmayan,  üstelik beni tüm varlığıyla seven bir kıza bunları yapıyorsun?  

Neden ona tensel acı veriyorum? Neden? Yanıtını bilmeme rağmen bu soruyu sorup yanıtı tekrar etmek bir tür iman tazelemek aslında. Yaptığım şeyi sorgulayarak tekrar tekrar davranışlarımın nedenini anlayarak iman tazeliyorum. Bunu yapmama neden olan en temel içgüdü elbette ki cinsel bir içgüdü.

 Fakat sen cinselliği her zaman sertlikle tanımlayan biri değilsin ki? Nedennnn?? Neden o halde böyle davranıyorsun? diyorum kendime.

Çünkü en medeni halinden çıkartıp en doğal haline indirgemek o cinselliği, öğretilen sevgililik, partnerlik vb. ilişkilerinin aksine bir hale getirmek ruhumu aydınlatıyor.Ama bu, ona acı vermemin en temel gerekçesi değil ve olamaz. İçimden gelen durdurulamaz bir cinsel şiddet ihtiyacı yok. Hatta biraz daha planlı yaptığımı söyleyebilirim bunu. İçgüdüsel bir saldırganlıkla değil. Benimki sadece, bir şey yaparken o şeyden aynı anda zevk de almak. Yoksa zevk almak icin yapmadıgım kesin.

Tamam madem cinsellik sadece bu şiddetin sende bir yansıması ve bir sonuç...Yarattığı cinsel duygudan keyif alıyorsun ama o halde asıl nedeni ne bu zavallı kıza böyle davranmanın?

Yanıtını yine biliyorum. Onu daha büyük acılardan kurtarmak! 

Peh ! Ne büyük ne ulvi görevler edinmişsin sen kendine Red Dominum!
Beni yanlış anlayacağını biliyordum. Fakat  bir insanın gönüllü olarak teslim olması ve acıyı göğüsleme cesaretine yanıt olarak ona sunduğum bu zemin benim mutlu ediyor. Bunun bir terazisi yok. Ölçemiyoruz. Fakat kölemin eski hayatıyla şu anki hayatında yaşadığı hisleri tartarsak  hislerin yoğunluğu ve gerçekliği ve içsel proseslerinin  büyük bir enerjiyle harekete geçmesi hangisinde ağır basar biliyorum. Bana teslim olduktan sonra....

Murathan Mungan'ın  sanırım Lal Masalları'nda bir öykü vardı. Bir obada delikanlı ağanın kızına aşık olur ama kızı ona vermezler fakir diye.  Derken delikanlının sevgilisini başka bir ağanın oğlu ile evlendirirler. Delikanlının yapacağı hiç bir şey yoktur. Sevgilisi evlenmeden önce onu son kez görebilmek için bıyıklarını ve vucut tüylerini keser, dansoz kıyafeti giyerek kadın taklidi yaparak, sevdigi kadının düğününde köçeklik yapar. Burada eziklik mi vardır yoksa ruh büyüklüğü mü? Delikanlının o an yaşadığı hissin sadece acı olduğunu mu düşüneceğiz? Acı olsa bile sevgilisini görmenin sevinci ve mutluluğu da vardır. Kölenin de tensel acının varlığına rağmen, ruhsal olarak kendini disipline etmenin getirdiği bir mutluluğu görmezden mi geleceğiz?)



Sonra yüzükoyun yatırıp  ellerini arkadan ayak bileklerine bağlıyorum.. Öylece bekeletiyorum bir süre...El bilekleri acıyınca  ipi cozup daha gevşek hale getiriyorum.Sonra içimdeki hayvanı dışarı salıyorum...Döverek hakaret ederek....Nereye kadar bu durumla barışık kalacağını merak ederek...

Evet onun kabul edebileceği sınırlarda ruhsal yolculuklarımızı sürdürüyoruz. Kücük kızım, kölem , oyuncağım, öğrencim.... Canı yandıkça "Teşekkür ederim Efendim" diye inleyen sesi geliyor kulağıma.

Sonra  çözüp yere oturtuyorum ben koltukta otururken başını dizime koyuyor. Saçlarını okşuyorum. Dünyada şu an en çok olmak istediği yerde, dizimin dibinde o an.

6 Mart 2012 Salı

Denge

Kole efendi ilişkileri , ruhsal dengemizi saglamak, ruh hasatlıklarımızı sağaltmak için de kullanılabiliyormuş. Evet.